Select a Region
Select a Country
Select a City

Dünyadaki UHY Ofisleri

Cihangir ÇAKIR[1]
ÖZET
Makul sürenin başlangıcı ve sürenin sona erdiği tarih ceza davalarında ve hukuk davalarında farklılık göstermektedir. Makul süre belirlenirken ilk aşamada makul sürenin başlangıcı ve bu sürenin sona erdiği tarih belirlenmektedir. Sonrasında ise davada başvurucunun tutum ve davranışları, dava konusu ve niteliği, görevli makamların davranışları, yargı yerlerinin tutum ve davranışları ve yargılama sistemi incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler : Makul Sürede Yargılanma Hakkı, Adil Yargılanma Hakkı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi, insan hakları
ABSTRACT
The right to trail within reasonable time constitutes one of the most important principles of the right to a fair trial. This principle is current for both criminal and civil cases. There is no specific criterion for the limits of such an important right. There is no determined length for reasonable time. However, there are some criteria that have been determined by The European Court of Human Rights.
Varies depending on the nature of the case, in other words whether it is criminal or civil. The beginning and expiration date are firstly specified for the determination of the reasonable time. Henceforth the applicant’s attitude and conduct, the matter in dispute and its characteristic, the assigned authorities’ conduct, the attitude and conduct of the place of jurisdiction and the trial system are analyzed.
As regards the determination of the violation of the reasonable time, the outcome of the rendered judgement at the end of the law-suit is of no significance. In other words, even in cases where we could say that if the trial had been concluded within a shorter period of time, the ultimate result would remain unchanged this matter is not considered as an excuse by the court for the defendant states. As is known, there is a requirement that domestic remedies be exhausted in order to apply for individual appeal to the European Court of Human Rights. However, it should be emphasized that this requirement does not apply to the applicant who allegedly violated reasonable wages.
Keywords : The right to trail within reasonable time, right to a fair trial, European Court of Human Rights, Constitutional Court, human rights
GİRİŞ
AİHS’nin 6.maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından bir tanesi de yargılamanın makul süre içerisinde bitirilmesi ilkesidir. Bir yargılamanın adil olabilmesi, her şeyden önce yargılamanın makul sürede bitirilmesini gerektirir. Bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin devletimiz aleyhine en çok cezaya hükmettiği konuların başında makul sürede yargılanma ilkesinin ihlali gelmektedir.
Adil yargılanma hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez bir hak olarak, yargılamanın insan haklarına ve demokratik kurallara en uygun şekilde yapılmasının ve bunun sonucu olarak da insan hakları ve özgürlüklerin güvence altına alınmasının garantisidir. Evrensel nitelikli insan haklarının en önemlilerinden olan adil yargılanma hakkı, Magna Carta Libertatum ( Büyük Özgürlük Fermanı)[2] ile başlayarak bugüne kadar sürekli gelişmiş ve gerçek anlamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yerini bulmuştur.
Adil yargılanma hakkının biçimsel ve kurumsal şartları vardır. Biçimsel şartları diyebileceğimiz konular, daha ziyade duruşmaların yapılması ile ilgili olanlardır. Adil yargılanma hakkının duruşmaların yapılması ile ilgili en önemli biçimsel şartı, davaların olabildiğince, kısa sürede sonuçlandırılması ilkesidir.[3]
Mahkemeler yargılamaların uzun sürdüğü ve bu nedenle davaların zamanaşımına uğradığı, sanıkların ve yakınlarının mağdur olduğu ve aynı zamanda bundan devletin de zarar gördüğü somut olaylarla, görülen davalarla, karara çıkan ilamlarla ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla da sabittir. Nitekim Mahkeme tarafından, ceza davaları bakımından makul sürenin ihlal edildiği konusunda ülkemiz hakkında verilmiş pek çok karar bulunmaktadır. Yağcı ve Sargın kararları bu konuda verilen ilk karardır.[4] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 2007 Yıllık Raporuna göre, 1997-2007 yılları arasında Türkiye aleyhine açılan 1641 davanın 1395’inde Türkiye’nin AİHS’nin en az bir maddesini ihlal ettiğine karar verilmiştir. Bunlardan 647 adedi 6’ıncı maddenin ihlali ile ilgili olduğu tespit edilmiştir. 6’ıncı maddeyle ilgili verilen bu ihlal kararlarından 194’ü ise doğrudan yargılama sürecinin uzunluğu ile ilgilidir. Konuyla ilgili Mahkeme önüne gelen şikâyetlerin hemen hepsinde makul sürenin ihlal edildiği saptaması yapılmıştır.[5]
Bu konu Anayasada da düzenlenmiştir. 1982 Anayasasının 142/3 maddesinde açık bir şekilde düzenlenmiş ve davaların en kısa süre içerisinde bitirilmesi yargıya bir görev olarak yüklenmiştir. Anayasanın bu hükmü yanında 36’ıncı maddesinde düzenlenen “ adil yargılanma hakkı” ile de makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının vazgeçilmez unsurlarından birisidir. Bu düzenlemelere karşın Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ihlalle sonuçlanmış çok sayıda dava bulunmaktadır.[6]
Bu çalışmanın amacı makul sürede yargılanma hakkının anlamını, kapsamını, hakkın düzenleniş amacını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında hakkın yorumlanışını ve hakkın devletlere getirdiği yükümlülükleri belirterek bu hakkın temel ölçütlerini ortaya koymaktır.
1.MAKUL SÜRENİN KAPSAMI VE AMACI
Adil yargılanma hakkı, herkese, davasının makul bir süre içerisinde sonuçlandırılmasını isteme hakkını vermektedir. Zira ceza davalarının makul süre içerisinde sonuçlandırılması, suçsuzluk karinesi, kişi özgürlüğü ve savunma hakkıyla doğrudan ilişkilidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Stögmüller kararında, makul sürede yargılanma hakkının amacının “mahkemedeki yargılamanın tüm taraflarını…çok uzun usul gecikmelerine” karşı korumak olduğunu belirtmiştir.[7]
AİHS’nin 6.maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan ve tüm hak arayanlar için geçerli olan makul sürede yargılanma ilkesinin amacı,; uyuşmazlığın taraflarını yargılanma işlemlerinin sürüncemede kalmasına karşı korumak, uyuşmazlık konusu hakka bir an önce ulaşabilmelerini sağlamak ve tarafların, davanın nasıl sonuçlanacağı konusunda endişe ile yaşamalarını önlemektir.[8]
Makul sürede yargılanma ilkesi Anayasada da düzenlenmiştir. Anayasa’nın 141. maddesinde “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilmek suretiyle davaların makul bir süre içerisinde bitirlmesi gerekliliği açıkça düzenlenmiştir.
Davaların makul süre içerisinde bitirilememesi, tarafların yargıya olan güvenini sarsmakta ve özellikle de davanın gecikmesinde yararı olana cesaret vermektedir. Aynı zamanda da özellikle ceza davalarında ileride telafisi imkansız veya zor hak kayıplarına sebebiyet vermektedir. Gecikmiş adalet adaleti zedelediğine göre, adil yargılama taahhüdünde bulunmuş Sözleşmeye taraf devletlerin bu duruma çare bulmaları kaçınılmaz bir zorunluluktur.[9] AİHS’nin 6.maddesinin 1.fıkrası, Sözleşmeye taraf devletleri, kendi hukuk sistemlerini ve mahkemelerinin işleyişlerini, bu fıkra gereklerinden her birini yerine getirecek şekilde düzenlemeler yapmaya mecbur tutmaktadır. Adil yargılanma güvencesini gerçek kılmak için Sözleşmeye taraf devletler, gerekli önlemleri almak zorundadırlar. Örneğin; yargılamanın makul süre içerisinde bitirilebilmesi için yeterli sayıda mahkeme kurulması yahut yargıç görevlendirilmesi, yargı personellerinin işlerini gerekli süre içerisinde tamamlaması, işbölümünün yapılması, denetlemelerin yapılması, Kanun yolu başvurularının sonuçlanması ve bir an önce Yerel Mahkemeye bildirilmesi vs. görev ve işlemler bu zorunluluklar arasında gösterilmiştir.[10] Aynı zamanda devletin, hakkı ihlâl edilen kimselerin başvuracağı etkin bir kanun yolu sağlama yükümlülüğü de vardır.
Kişinin kendisini savunması bakımından da yargılamanın makul sürede bitirilmesi bir güvence teşkil eder. Şöyle ki, medeni yargılamanın aksine ceza yargılamasında delillerin önceden hazırlanması olanaksızdır. Ceza yargılamasının uzaması durumunda tanıkların hafızalarının zayıflaması yahut bozulması, tanıkların bulunamaması, ölmesi, ya da diğer delillerin kaybolması ve bozulması hallerinde kişi, savunmasını yapması bakımından zaman geçtikçe zorluklarla karşılaşılabilir. Kişilerin uzun bir süre suç isnadı altında bulunmaları demokratik bir toplumda, bir hukuk devletinde kabul edilemez bir durumdur. Makul sürede yargılanmanın ceza yargılanması bakımından bir yararı da, suç delillerinin bir an evvel toplanıp, masum sanığın kısa süre içinde aklanmasının sağlanmasıdır.[11]
Makul sürede yargılanma ilkesi Mahkeme yorumlarında da çoğu kez kendine yer bulmuştur. Mahkeme yorumlarında şu şekilde ifade edilmiştir. Dava açan ya da hak arayan kimseleri yargılama işlemlerinin sürüncemede kalmasına karşı korumak, özellikle ceza davalarında suçlanan veya herhangi bir nedenle mahkeme kararını bekleyen kişinin (sanığın) uzun bir süre davasının nasıl sonuçlanacağı endişesi ile yaşamasını önlemektir.[12] Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan bir tanesi şudur ki; yargılamanın makul sürede bitirilmesini öngören bu düzenlemenin kabul edilmesi, ceza kovuşturmasının hızlandırılması amacını gütmemektedir. Hükmün kabul edilmesindeki temel amaç, yargılamanın uzaması durumunda sanığın bireysel haklarının zarara uğramasını önlemektir. Bu amaç hukuki ihtilaflar ve idari davalar bakımından da geçerlidir. Bu biçimde hakların geç elde edilmesinden dolayı davanın yanları maddi ve manevi telafisi imkansız zarar görebilmektedirler.
2. MAKUL SÜRE KAVRAMI
Makul süre kavramı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde açıkça tanımlanmış değildir. O halde makul süre nedir, ya da sınırları nelerdir, yargılamanın makul sürede yapılmasından ne anlaşılmak gerekir. Makul kelimesi “ sosyal bakımdan kabul edilebilir davranışların sınırı” olarak açıklanmıştır. Bu açıdan bakıldığından süre veya usul türünü etkileyen herhangi bir etmen, konu veya durum bir gecikme nedeni olarak kabul edilmelidir. Yargılamanın yavaş veya ağır işliyor olması, yargılamanın özü ve doğası gereğidir. Yargılamanın doğru ve güvenli bir şekilde yapılması diğer şartların yanında onun hızlı bir biçimde değil, akla; yol ve yöntemine uygun sürede, başka bir anlatımla makul sürede yapılmasını gerekli kılmaktadır.[13] Yani kaba bir tarifle yargılamanın sürüncemede bırakılmaması gerekliliğidir.
Yargılamanın sonuçlandırılması için gerekli olan makul sürenin ne kadarlık bir zaman dilimini kapsadığı hususunda bugüne değin ulusal hukukta da kesin bir süre tespit edilmiş değildir. Yargılamanın çok uzun bir süre devam etmesi sanık aleyhine bazı olumsuz sonuçlar doğurabileceği gibi fazla süratli bir yargılama da adil olmaktan çıkabilir. Davanın niteliği gereği yargılamanın uzun sürmesi makul süre içinde kalabileceği gibi, bazen iki yıl hatta bunun altında kalan bir sürede yargılamanın bitmesi halleri makul süreyi aşabilmektedir. Örneğin Mahkeme, altı sene sekiz aydan fazla süren bir ceza yargılamasının makul süreyi açtığını belirtmiştir.[14] Bu nedenle sabit, mutlak bir süreye göre değerlendirme yapılmayıp, her bir davanın özellikleri göz önünde tutulmak suretiyle makul sürenin belirleneceği Mahkeme tarafından bizzat ifade edilmiştir. Davanın özelliklerinin yanında yapılması gereken yargı işlerinin süresinde ve uzatılmadan, gereği gibi yapılması da makul sürenin hesabında dikkate alınan bir husustur. Örneğin; gerekçeli kararın tebliğ edilmemesi yargılamanın bir noktada tıkanması ve devamına mani olmaktadır. Burada makul süre gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gereken süreye göre hesaplanmalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde “makul süre” kavramı iki yerde geçmektedir. Bunlar, Sözleşmenin 5’inci maddesinin 3’üncü fıkrası ile 6’ıncı maddeleridir. Sözleşmenin 6/1’de yer alan makul süre kavramı ile yine aynı sözleşmenin 5/3 maddesinde yer alan makul süre kavramları birbiriyle karıştırılmamalıdır. Her iki madde, korudukları menfaat ve kapsam itibariyle birbirinden farklılık oluşturmaktadır.[15] Şöyle ki; Sözleşmenin 6/1’de yer alan makul süre, bütün medeni hukuk ve ceza hukuku uyuşmazlıkları ile ilgilidir. Bir başka ifadeyle 6/1’deki süre “yargılamadaki” makul süre olup, kişi tutuklu olmasa bile adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Sözleşmenin 5/3 maddesinde yer alan makul süre ise, yakalama ve tutuklama gibi önlemlerle geçici bir süre hürriyeti kısıtlanan kişilerle ilgilidir. Kısaca “tutuklulukta” makul süre olarak ifade edilmektedir. Sözleşmenin 5’inci maddesinin 3’üncü fıkrasındaki hükmün kabul ediliş amacı ve anlamı ise, hangi sebeple yakalanmış veya tutuklanmış bulunursa bulunsun yargılama sırasında tutukluluk halinin makul süre içinde kalması, bir başka ifadeyle sürenin makul niteliğini kaybetmesi halinde sanığın tutukluluk haline son verilmesini gerektirir ve kendisinin gerektiğinde teminat karşılığı serbest bırakılmasını sağlamak olarak ifade edilmiştir. Buradan ceza davalarında temel amacın, yargılanan kimselerin gereksiz yere uzun süren belirsizlikten dolayı sıkıntı çekmemelerini önlemek ve delillerin kaybolmaması ya da zayıflamamasını sağlamak olduğu anlaşılmaktadır.
Yargılama pekâlâ uzun sürmesine rağmen geçerli bir sebebin bulunması durumunda bu uzunluk 6’ıncı maddenin ihlaline neden olmazken, kişinin bu süre zarfında tutuklu kalması 5/3 maddesindeki hükmün ihlalini doğurabilir.[16] Yargılamadaki makul süre buna göre tutukluluktaki makul süreden genel olarak daha uzun bir süreyi kapsadığı çıkarılabilir. Tutuklu kimselerin yargılamanın yürütülmesinde, yetkililerden “özel bir özen” göstermelerini isteme hakları bulunması nedeniyle tutuklu sanığın davasının hızla yürütülmesi ile yetkililerin görevlerini amaca uygun bir özenle yürütme gayretleri arasında bir denge sağlanması ve bu çabalara engel olunmaması gerekir. Bu denge, yani 5’inci madenin güvence altına aldığı kişi özgürlüğü ile bunun kısıtlanmasına gerekçe teşkil eden sebepler arasındaki denge tutukluluk süresi uzadıkça özgürlük aleyhine bozulduğundan bu sebepler artık geçerliliklerini kaybedeceklerinden tutuklu sanıkların yargılamaları diğer yargılamalara oranla daha bir öncelik taşmakta ve özel bir hızla hareket edilmesini gerekli kılmaktadır.[17]
3. MAKUL SÜRENİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Makul sürede yargılanmanın sağlanmasında, belli ölçütlerden yola çıkılarak hareket edilmelidir. Bunlar, dava konusunun niteliği, yargılama sırasında tarafların tutumu ve mahkemelerin davranışlarının, makul sürede yargılamayı etkileyip etkilemediğidir.
Dava konusunun niteliği, hukuki meselenin çözümlenmesindeki güçlük, kanıtların toplanmasında karşılaşılan engeller ve hastalık ya da tutukluluk gibi ilgilinin özel haline ilişkin hususlardır. AİHM, işin niteliğini değerlendirirken davanın hızla sonuçlandırılmasının ilgililer yönünden önemini, işin karmaşıklık derecesini, sanık sayısını vs. göz önünde tutmaktadır.[18]
AİHS organları önünde şikayetçi durumundaki kişinin yargılamadaki tutum ve davranışları da makul sürenin aşılıp aşılmadığında Divan tarafından dikkate alınmaktadır. Şikayetçi durumundaki kişiler davacı, davalı veya sanık olabilir. Hukuk davalarında bilindiği üzere işin takibi taraflara ait bir husustur. Fakat Divan’a göre bu husus; Mahkemenin davayı gerekli süratle yürütmesi yükümünü ortadan kaldırmaz.[19] Kaldı ki yukarıda da belirttiğimiz üzere Anayasamıza göre de yargı organları davaları mümkün olan en kısa sürede karara bağlamakla görevlendirilmişlerdir.
Komisyon ve Divan şikayetçinin davadaki tutum ve davranışını da özel olarak değerlendirmekte ve yerine göre makul sürenin aşıldığına ilişkin başvuruyu reddetmektedir.[20] Ayrıca belirtmekte fayda var ki; ceza davalarında şikâyetçinin kendisine açık kanun yollarını sonuna kadar kullanması (örneğin, susma hakkı gibi) ve bu yüzden yargılamanın uzaması hâlinde, makul sürenin aşılmasından şikâyetçiyi sorumlu tutmak mümkün değildir.
Yargılamanın yetkili makamların hatalı ve eksik davranışları ile uzamış olması da makul süre kavramı ile bağdaşmaz. Buna göre yargılama yetkisi ve görevlendirilmiş kişilerin kusurlu davranışları sebebiyle yargılama uzamışsa, makul süre aşılmış sayılır. Ancak, altını çizmek gerekir ki; yetkili makam tabirinden mutlaka hakimleri ve bunların doğrudan sebep oldukları hataları anlamamak gerekir. Örneğin, mahkeme kaleminde bazı evrakların bulunmaması, resmi mercilere sorulan sorulara zamanında cevap verilmemesi gibi durumlar da bu süreyi makul olmaktan çıkarır.[21] Yine makul sürede yargılama ilkesinin ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesinde dava sonucunun önemi yoktur. Yani, iş süratle görülmüş olsaydı da sonucun değişmeyeceği, devlet lehine mazeret sayılamaz.
Nitekim Zimmermann-Steiner-İsviçre davasında İsviçre Hükümeti, İsviçre Federal Mahkemesi’nin ağır iş yükü altında bulunduğunu ileri sürerek bunu, istatistiksel bilgilerle de ortaya koymuş ve davaların, önemlerine göre sıraya konulup incelendiğini, bu nedenle söz konusu şikâyetçilerle ilgili olarak dosya üzerinde uzun süre işlem yapılamadığı savunmasında bulunmuştu. Ancak bu savunma AİHM tarafından kabul edilmemiş ve İsviçre Hükümeti, tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir.[22]
Adil yargılama kavramı, adlî mekanizmanın yalnız işleyişini değil, bunun aynı zamanda organizasyonunu da kapsadığından; hâkimlerin sayısının yetersiz olması, bazı hâkimlerin, iş dağılımı nedeniyle işlerinin çok fazla olması, sürenin uzatılması için haklı bir neden olarak kabul edilmemektedir. Bu nedenle AİHS’ne taraf olan devletler yargı teşkilâtlarını, davaları makul sürede bitirecek şekilde örgütlemek ve düzenli olarak çalışmalarını sağlamak yükümlülüğü altındadır. Devlet, yeterli sayıda hâkim ve mahkemeyi görev başında tutmak zorundadır.
4. MAKUL SÜRENİN BELİRLENMESİ
Bir davanın makul süre içinde görülmediği iddiası incelenirken öncelikle sürenin başlangıç ve bitiş tarihleri saptanmaktadır. Bundan sonra davanın “makul süre” içinde bitirilip bitirilmediği tespit edilmektedir.
Yargılamanın makul sürede yapılıp yapılmadığının tespiti, sürenin başlangıcının belirlenmesiyle başlamaktadır. Bu sürenin başlangıcı ceza ve hukuk davalarında farklılık arz etmektedir. Cezai konularda suçlama, suç isnadında bulunma devlet organları tarafından yapılan eylemle soruşturma, gözaltına alma, gözetlemede bulunma ve takip edilme vs. ile başlamaktadır. Bu nedenle ceza davalarında sürenin başlangıcı, medeni yargılamadaki sürenin başlangıcından daha farklıdır ve ceza davalarında sürenin başlangıç tarihini tespit etmek, medeni hukuk davalarında sürenin başlangıcını tespit etmekten daha zordur. Çünkü Sözleşmeci devletlerin farklı yargılama düzenlerine sahip olması ve buna göre maddede geçen “suç isnadı” kavramının değişik anlamda kullanılmasıdır.[23]
Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iki kararda güvenlik gerekçesiyle köy boşaltma olayları sonrası zararlarının ödenmesi için “Komisyon” başvuruları ve yargısal süreçle ilgili (Başvuru Numarası: 2013/2625 ve B.No 2013/2294 Karar Tarihi 8.5.2014) yargılamalardan birisi (B. No. 2013/2625) 7 yıl 7 ay sürmüştür ve Anayasa Mahkemesi makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. Bir diğer yargılama ise 8 yıl 2 ay sonra sonuçlanmıştır. AYM bu başvuruda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. (Başvuru No: 2294 Karar Tarihi 8.5.2014).[24] Görüldüğü üzere makul sürenin tespitinin hesaplanmasındaki etkenler farklı kararlarda değişkenlik göstermektedir.
Mahkeme, daha önceki kararlarında sürenin, kişinin suçla itham edildiği ya da hakkında ceza kovuşturmasının başlandığı andan itibaren işlediği kabul edilmekteydi. Suç isnadı kavramı ise genel anlamda; kişiye, cezayı gerektiren bir eylemin yapıldığını belirten ve resmi bir makam tarafından suçlamayı içeren resmi bir duyurudur. Başlangıç tarihleri yargılama aşamaları olan tutuklama tarihi, resmi makamlar tarafından yapılan kişinin yargılanacağının duyurulduğu tarih ve ön soruşturmanın açıldığı tarih olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat Dewer olayı, Mahkemeyi suç isnadını şekli değil, maddi esasa göre belirlemeye sevk etmiştir. Bu olayda yukarıda belirttiğimiz hususlardan hiçbir olgu yoktur. Başvurucuya, fiyatları düzenleyen kanuna muhalefetten dolayı bir yazı gönderilmiş olup, söz konusu yazıda başvurucuya işyerinin geçici olarak kapatılması bildirilmiş, ayrıca hakkında yapılan ceza kovuşturmasından vazgeçilmesi karşılığı olarak ise belli bir bedelin ödenmesi teklif edilmiştir. Mahkeme, olayın ceza hukuku karakteri göstermesi nedeniyle, resmi ve yetkili kurumlardan gelen cezalandırılabilir bir fiilin yapıldığını bildiren suçlama duyurusunun (bildirinin) 6’ıncı maddenin 1’inci fıkrası anlamında suç isnadı olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme daha sonra ise, ilk defa sadece suçlama duyurusuna değil, ona ilaveten bunun “sanığın durumuna önemli etkileri” olup olmadığını da araştırarak suçlama anının başlangıcını bu şekilde tespit etmeye yönelmiştir.[25] Bu sebeplerle ceza davalarında makul süre, çoğu kez kişinin ceza mahkemesi önüne götürülmesinden çok önce işlemeye başlamaktadır. Savcılık ya da polis veya adli kolluk gibi yetkili organlar tarafından suç işlediği şüphesiyle kişiye ulaşıldığı, irtibat kurulduğu tarih, sürenin başlangıç tarihi olarak dikkate alınmaktadır.[26]
Makul sürenin sona ermesi ise, gerek medeni hak ve yükümlülüklerde ve gerekse ceza davalarında yargılamalar son aşamada hükmün verilmesiyle veya hükmün taraflara tebliği ile sona erer. Yargılama sisteminde kanun yolu öngörülmüş ise bu durumda yargılama, mümkün ve muhtemel olan bütün kanun yollarının tükenmesiyle sona ermektedir. Yukarıda da ifade edildiği üzere bu demek değildir ki; yargılamanın bitebilecek olma ihtimali varken işbu süreyi hesaba katarak yargılamayı yahut gerekli işlemler ağırdan alınabilir. Zira yargılamayı aksatan her türlü durum makul sürenin aşıldığı anlamına gelmektedir.
İlk derece mahkemelerinde kararın mahkûmiyet ya da beraatla sonuçlanması halinde karar temyize neden olmakta ise, yargılama henüz sonuçlanmamış, dolayısıyla ceza davalarında davalı, yargılamanın içinde bulunmakta ve başvurucu (mağdur) tedirgin durumda kalmaktadır. Çünkü ilk derece mahkemesinde verilen hüküm kesin nitelikte olmadığında yargılama devam ediyor konumundadır. Bir yargılama devam ettiği sürece de o yargılama, davanın yanlarını etkilemektedir. Mahkûmiyet veya beraat kararı sonuçlanmadığı sürece gerçekte dava hakkında bir karar verilmiş de değildir.[27]
Medeni hukuk ve ceza davalarında olaya uygulanacak kanun hükmünün anayasaya aykırılığı ileri sürülerek dava Anayasa Mahkemesi önüne getirildiğinde ilke olarak Anayasa Mahkemeleri, davanın esası hakkında bir karar veremeyeceklerinden anayasal yargılama sırasında geçen süre yargılama süresinde hesaba katılmamakta, bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas davanın kararını doğrudan doğruya etkileyecek nitelikte olduğu durumda, ilk derece mahkemesi, Anayasa Mahkemesinin kararını vermeden kendisi dava hakkında bir karar veremeyeceğinden bu durumu bekletici mesele yapmak durumunda kalacağından Anayasa Mahkemesi önünde geçen süre de makul sürenin tespitinde hesaba katılmaktadır.[28]
SONUÇ
Makul süreden beklenen amaç ya da amaçların gerçekleştirilebilmesi için devletlerin yargılamalarını makul sürede sonuçlandırılmasını sağlayacak tüm tedbirleri almaları gerekmektedir. Yargılama, adaleti tesis etme, Devlet tarafından ve Devlet adına yapılan bir kamu hizmeti olması ve geciken adaletin adaletsizlik olarak addedildiği bir durumda davaların mümkün olan en kısa sürede yapılıp bitirilmesinde en büyük görev yargılama organlarına düşmektedir.
Kural olarak diğer koşullarda olduğu gibi, davanın makul sürede sona erdirilmediği iddiasını da Sözleşme organlarına, Mahkemeye götürebilmek, bu konuda mahkeme önünde hak iddia edebilmek için başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmiş olması aranmaktadır. Ancak, bazı durumlarda iç hukuk yollarının tüketilmiş olması şartı Mahkeme tarafından aranmamaktadır. Örneğin, yargılamanın sürüp gitmekte olduğu durumlarda Mahkeme önüne makul sürenin aşıldığı iddiasıyla başvurulduğunda iç başvuru yollarının tüketilmiş olması şartı, bir başka ifadeyle sürüp giden davanın sonuçlanmış olması şartına bakılmamaktadır.[29]
Mahkeme tarafından makul süre ihlali saptaması yapılırken davanın nasıl sonuçlandığının tespitinin bir önemi ve etkisi bulunmamaktadır. Bir başka ifadeyle yargılama daha kısa bir zaman diliminde yapılmış olsaydı sonuç yine değişmeyecekti diyebileceğimiz durumlarda bile bu durum Mahkeme tarafından davalı devletler için bir mazeret olarak kabul edilmemektedir. Bu şartlar da göstermektedir ki, davaların makul sürede bitirilmesinin amacının, hakkın bir an evvel teslimi ve uzun süren bir yargılamanın maddi ve manevi sıkıntılarından kişileri korumak olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Davalardaki gecikmenin nedeni yasalardan, usulü düzenlemelerden kaynaklanıyorsa, bir başka ifadeyle mevzuat gereği davalar uzamakta ise söz konusu mevzuatlarda gerekli değişikler yapılmalıdır. Makul sürede yargılanma hakkı, makul sürede yargılanmadığını iddia eden bireylere bu şikâyetlerini dile getirebilecekleri, yargılamanın hızlandırılmasını temine yönelik ve bir ihlal varsa bu ihlalin giderilmesini sağlayacak iç hukukta gidebilecekleri etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkını güvence altına almaktadır. Sözleşmenin 13’üncü maddesi devletlere, makul sürede yargılanmadığını iddia eden bireyler için iç hukuklarında başvurabilecekleri etkili bir hukuk yolunu kurmak zorunda olduklarını göstermektedir. Zira geciken adalet adalet değildir.
KAYNAKÇA
Çeçen, Anıl, İnsan Hakları Rehberi, 1999, Ankara.
Çelik, Adem, 1982 Anayasasında Adil Yargılanma Hakkı ( Yüksek Lisans Tezi) 2006, Ankara.
Aşçıoğlu, Çetin, Doğru ve Güvenli Yargılanma Hakkımız Var! , Eylül 1995, Ankara.
Doğru, Osman, İnsan Hakları Kararlar Derlemesi, Cilt 3. İstanbul Barosu Yay. İstanbul, 2000.
Gölcüklü, Feyyaz, “Yargılama Makamları Önünde Makul Süre” İnsan Haklarının Uluslar arası Korunması ve T.B.M.M. Sempozyumu 4-5/10/1991-Antalya TÜRKİYE, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No:52, Eylül, 1992-Ankara.
Gölcüklü, Feyyaz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde “Adil Yargılama”, AÜSBF Dergisi, Cilt:49, No:1-4, 1994.
Gölcüklü, Feyyaz/Gözübüyük, Şeref, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Turhan Kitabevi, 4.Bası, Ankara, 2003.
İnceoğlu, Sibel, Adil Yargılanma Hakkı ve Yargı Etiği, Ankara, Kasım 2007.
İnceoğlu, Sibel, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatlarında Adil Yargılanma Hakkı. Üçüncü Bası. Beta. Kasım 20008. İstanbul.
Kaşıkara, M.Serhat, “Makul Süre İçerisinde Yargılanma Hakkı” TBB Dergisi, Sayı 84, 2009.
Rüphing, Heinrich, Ceza Muhakemesinde İnsan Haklarının Korunması- Adil Bir Ceza Muhakemesinin Temel Şartları, ( Çev.Cumhur Şahin), SÜHFD, Cilt:4 Yıl:1994 S:1-2, s.154.
Turan, Hüseyin , “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarında Makul Sürede Yargılanma Hakkı” TAAD, S:11 Ekim 2012.
Ünal, Şeref, AİHS ve AİHK ve Divan Kararları Işığı Altında Sözleşme Hükümlerinin Açıklanması ve Yorumu, Ankara 1995.
Yargı Mevzuatı Bülteni, 8 Haziran 1995, S.113, 6 Haziran 2000, s.60 vd. Adalet Bakanlığı Yayınları.
Yıldız, Mustafa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargısı, Alfa, İstanbul 1998.
Yenisey, Feridun/ Cihan, Erol , Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta 3.Bası, İstanbul 1998.
[1] Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi 4.Sınıf Öğrencisi
[2] Metnin tümü için bkz: Çeçen, Anıl, İnsan Hakları Rehberi, Ankara, 1999, s. 11-12.
[3] Muhakemenin şekle ilişkin ilkeleri sözlülük, alenilik ve hızlılık (süre) prensipleri olarak ifade edilmiştir. Bkz.
Yenisey, Feridun- Cihan, Erol ; Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta 3.Bası, İstanbul 1998, s.28.
[4] Yargı Mevzuatı Bülteni, 8 Haziran 1995, S.113, 6 Haziran 2000, s.60 vd. Adalet Bakanlığı Yayınları.
[5] Frau Kararı, König Kararı, Wemhoff Kararları örnek olarak gösterilebilir. Bkz. Gölçüklü, Feyyaz; “Yargılama
Makamları Önünde Makul Süre” İnsan Haklarının Uluslararası Korunması ve T.B.M.M. Sempozyumu 4-
5.10.1991- Antalya Türkiye, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No:52, Eylül, 1992- Ankara s.4.
[6] Örneğin Mansur Kararı, 08.06.1995, Zana Kararı, 25.11.1997, Mitap ve Müftüoğlu Kararı, 25.03.1996. Benzer
Kararlar için bkz. İnceoğlu, Sibel; Adil Yargılanma Hakkı ve Yargı Etiği, Ankara, Kasım 2007. s.370 dipnot
104.
[7] Bkz. Stögmüller Kararı, 10 Kasım 1969, Prag.5.
[8] Çelik , Adem: 1982 Anayasasında Adil Yargılanma Hakkı ( Yüksek Lisans Tezi) 2006, Ankara., s.42.
[9] Gölcüklü, Feyyaz- Gözübüyük, Şeref : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Turhan Kitabevi,
4.Bası, Ankara, 2003. s.257.
[10] Gölcüklü/ Gözübüyük a.g.e. s.240 ile 257.
[11] Turan, Hüseyin ; “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarında Makul Sürede Yargılanma Hakkı” TAAD,
S:11 Ekim 2012.
[12] Rüphing, Heinrich; Ceza Muhakemesinde İnsan Haklarının Korunması- Adil Bir Ceza Muhakemesinin Temel
Şartları, ( Çev.Cumhur Şahin), SÜHFD, Cilt:4 Yıl:1994 S:1-2, s.154.
[13] Aşçıoğlu, Çetin; Doğru ve Güvenli Yargılanma Hakkımız Var! , Eylül 1995, Ankara, s.57.
[14] Turan, Hüseyin ; TAAD, S:11 Ekim 2012.
[15] İnceoğlu, s.371.
[16] Ringeisen Kararı p.11., Gölcüklü, “ Makul Süre”, s.4.
[17] Turan, Hüseyin ; TAAD, S:11 Ekim 2012.
[18] Çelik (2006) a. g. e., s. 117’deki dn. 400’den dolaylı atıfla: “Sadi Mansur-Türkiye davasında, 1.11. 1984’de
başlayıp, 30.4.1991’de sona eren ve 6 yıl 6 ay süren davanın makul sürede yargılama ilkesiyle bağdaşmadığı
yolundaki itirazlara karşılık Türk Hükümeti; uyuşturucu trafiği ile ilgili olan bu davada, Türkiye ile Yunanistan
arasında adlî yardımlaşmaya ilişkin olan kuralların pek uygulanamadığı, Yunanistan’da devam etmekte olan
davadaki bilirkişi raporunun geç intikâl ettiği, Yunan makamlarının dava belgelerinin elde edilmesinde ihmalkâr
davrandıklarını ileri sürmüştür. Buna karşılık şikâyetçi, Türk mahkemelerinde yeminli tercüman bulunmaması
nedeniyle Yunanistan’dan intikâl eden belgelerin bir türlü zamanında çevrilemediğini ileri sürmektedir. İnsan
Hakları Komisyonu, mâkul bir süre içerisinde nihaî bir karar verilmesine elverecek şekilde hukuk sistemini
örgütlemenin, sözleşmeci devletlere düştüğünü vurgulamaktadır. Bkz. Sadi Mansur Türkiye, 28.2.1994,
16026/90, § 80-92; Pugliese-İtalya, 24.5.1991, Seri A 206-A, §19.”
[19] Gölcüklü / Gözübüyük a. g. e., s. 259-260. Ayrıca Bkz. Buchholz-Almanya davası, 6.5.1981 A-42 § 50;
Guincho-Portekiz davası, 10.7.1984, A-81 § 32; Baraona-Portekiz davası, 8.7.1987 A-122 § 48.
[20] Ünal, Şeref, AİHS ve AİHK ve Divan Kararları Işığı Altında Sözleşme Hükümlerinin Açıklanması ve Yorumu,
Ankara 1995, s. 168.
[21] Donay (1994) a.g.e., s.101-102.
[22] Kaşıkara, M.Serhat, “Makul Süre İçerisinde Yargılanma Hakkı” TBB Dergisi, Sayı 84, 2009
[23] Turan, Hüseyin ; TAAD, S:11 Ekim 2012.
[24] https://m.bianet.org/bianet/hukuk/157331-yargilamalarda-makul-sure adlı siteden alınmıştır.
[25] Yıldız, Mustafa; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargısı, Alfa, İstanbul 1998. s.116
[26] Turan, Hüseyin ; TAAD, S:11 Ekim 2012.
[27] Delcourt Kararı, Doğru, Osman; İnsan Hakları Kararlar Derlemesi, C:3 İstanbul Barosu Yay. İstanbul, 2000.
[28] Sramek Kararı, 22.10.1984. Ruiz Mateos Kararı, 23.06.1993. Bkz. Gölcüklü, Gözübüyük, s.285.
[29] Neumeister Kararı, 27.06.1968., Gölcüklü, “Makul Süre”, s.6.